SERFİCE
Maske, kökeninin belirsiz olmasıyla birlikte, yarattığı duygular ve yaptığı çağrışımlarla her dönem hayatımızın parçası oldu ve olmaya devam ediyor. Tarih öncesine dayanan bir hikayeye sahip olmasıyla birlikte maske, fiziksel ve kavramsal olarak farklı disiplinleri tek bir noktada buluşturmuştur. Farklı zamanlarda, farklı kültürlerde karşımıza çıkmış, temel olarak yüzü korumak, yüzü örtmek, yüzün yerini tutmakla tanımlanmıştır. İnsanlığın doğuşu ve korunma içgüdüsünün oluşmasıyla hemen her toplulukta farklı işlev ve amaçla karşımıza çıkmıştır. İlkel çağlarda maske, insanın avının kılığına girmesi ve yiyeceğini elde etme çabasıyla kendini gösterir. İlk zamanlar yüzlerini bitkisel boyalarla ve is gibi maddelerle kamufle eden insanlar, sonrasında doğal maddelere şekil verebilmesiyle birlikte avını taklit etme konusunda yeteneğini geliştirmiştir.
Maskeyle Var Olmak
Hayvanların fiziksel özelliklerini alıp, avına ve kendi türüne karşı yaklaşımını içselleştirerek, adeta kimlik değiştirerek, o hayvanla bir bağ kurduğu ya da korktuğu şeylere karşı güç kazandığı düşünülür. Bunun bir sonucu olarak bunu öyküleme/ anlatma çabaları ilksel insanın taklit ve kişilik değiştirme yeteneğini, maskeyle bir araya getirme imkanı yaratır.
Zamanla ritüel ve dinsel törenlere dönüşen bu anlatımlar, insanların inandıkları varlıkların deneyimlerini taklit etmeleri ve kendi bedenlerinde bu deneyimi yaşamalarıyla gerçekleşiyordu. Onlar için taklit ettikleri imgenin anlamlı hale gelmesi, görsel bir dil kullanmalarından ve bulunduğu topluluk için yarattığı etkiden kaynaklanıyordu. Bu özellikler maskenin güzellik ya da çirkinlik değil, temsil ettiği detaylar ve altında yatan fikirle alakalıydı.
Örneğin, Şamanlar sadece ritüel sırasında giydikleri özel kıyafetler ve onları tamamlayan maskelerle hastalıklar, kötü hava koşulları ve düşmanlara karşı kendilerini koruduklarını düşünürlerdi. Doğaüstü güce sahip olduklarını bu şekilde hissederlerdi. Eski Mısır’da ise ölen kişinin öteki dünyada da yaşayabilmesi ve kötü ruhlardan korunması için ölüm maskeleri yapılırdı. Bazen farklı kültürlerde kadınları, çocukları ve suçluları cezalandırma amaçlı bazen de kutsal kimlik kazandırma amaçlı kullanıldığı düşünülür. Uzmanların araştırmalarına göre, sosyal statü için de kullanılan maskeler, toplum düzenini oluşturmada etkili birer sembol olarak tanımlanmıştır.
Yine maskenin koruma ve korkutma özelliklerinden dolayı yapılan askeri maskelerin de tarihin her döneminde kullanıldığını görürüz. Amaç hem yüzü korumak hem de maskenin yarattığı güçlü ifadeden yararlanarak düşmanı korkutmaktır. Çoğu yapılan savaş maskelerinin ürkütücü ve korkunç görünmesi bu yüzdendir.
Mesela başarılı filmlerden biri olan ve savaş maskesi olarak iyi bir tasvir olduğunu düşündüğüm Gladyatör filminden Maximus’un maskesine bakabiliriz. Karakterin yüz hatlarına oturan, sert ifadesini daha da arttıran bir maske vardır karşımızda. Maximus’un ardında yatan güç ve kararlılığı, taktığı maskedeki hatlarından okuyabiliriz. Bu etkisiyle diğer gladyatörlerin arasından sıyrılır ve karakter hakkında bize ipucu verir.
Primal-2019
Dionysos Kültü
Mitolojik hikayelerde bazen doğa, bazen şarap tanrısı olarak anlatılan Dionysos, zaman içerisinde değişen kültür ve düşünme biçimi sebebiyle sırasıyla; ağaç, insan, hayvan, satir( yarı insan yarı hayvan), kukla ve maske kullanılarak temsil edilmiştir. Yaşama sevinci, haz, doğa ve aynı zamanda ölüm, öfke, acı ve barbarlık gibi özellikleri aynı anda bünyesinde barındırdığı için ikili kişiliği temsil eder. Yazının başında yaptığımız ritüel tasvirini hatırlarsak, Ritüeller taklit etme ve deneyimleme yoluyla gerçekleşiyordu; Dionysos tapınmalarında ise bu deneyimler şarap, cinsellik, haz, kendinden geçme gibi durumları içerirdi. Şarabın su gibi aktığı bu ortamlarda şiir, dans, müzik ve cinsellik kendi bedeninden çıkmak için kullanılan araçlar haline geliyordu. Ne kadar eğlence amaçlı görünse de buradaki asıl amaç şarabın etkisiyle kendinden geçme/ yükselme ve bu ritüellerle Tanrı’ya ulaşma niteliği taşırdı. Cinsellik ise onlar için üreme ve çoğalma yoluyla, doğayla aynı anda iletişime geçmeyi temsil ederdi. Bu yüzden Dionysos’u ( doğa, bereket, yaşam, ölüm vs.) temsil eden ritüeller özel zamanlarda yani; hasat toplama, ekin ekme, ürünlerin büyümesi gibi dönemlerde gerçekleştirilirdi.
Dionysos ritüelleri, efendi-köle, kadın-erkek, vatandaş- barbar gibi sınıflandırma sistemi için tehdit unsuru taşıyordu. Yapılan ritüellerde insanlar Tanrı’nın birer temsilcisi oluyordu. İnandıkları Tanrı’nın içinde bulunduğu savaşları, acıları, sevinçleri ve buna benzer birçok duyguyu, simgelediği şeylerle birlikte (yılan, şarap, asa… vb.) içlerinde hissetmeye çalışırlardı. Bu yüzden hissetme/ trans/ kendinden geçme/ kendi bedeninden çıkma hali bazen barbarlığı, vahşeti, kurban etmeyi içerirdi. Bilincin bastırdığı haz ve kötücül duyguların açığa çıkmasını sağlardı. Yunan toplumu içinse yaşanan bilinç dışılık ve kendi bedeninden çıkma hali, ister istemez toplumda işlerin aksamasına sebep oluyordu. Bu yüzden, Dionysosçu düşünceyi benimseyen insanlar tarafından gizem ritüelleri olarak gerçekleştiriliyordu.
Zaman geçtikçe ritüellerin ciddi boyutta yayılması Yunanlılar’ın, mitoloji anlatılarını başka bir evren olarak görmeyi bırakıp, içinde yaşadığımız hayat olarak benimsemelerine sebep olmuştur. İnsanlar bu ritüelleri gündelik hayatlarına adapte ettikçe, işler aksamaya, otorite sarsılmaya ve anlamını yitirmeye başlamıştır. Çözüm olarak da Dionysosçulara bir öneriyle giden devlet yöneticisi, güçlerini birleştirmeyi teklif eder ve anlaşmaya varılır. M.Ö. 6. yüzyılda otorite, tekrar eski gücüne kavuşmak için ritüelleri, devletin kontrolü altına alır ve bunu kent kültürünün bir parçası haline getirir. Tabi anlaşma ile birlikte aşırılıklar yerini, ehlileştirilen, oyunumsu bir anlayışa bırakmıştır.
Tanrı yine maskeyle ifade edilir. Dans, müzik, şiir, şarap gibi unsurlar yine vardır. Ama maskeye yüklenen toplumsal ve kültürel anlamlar, diğer dini ritüellerin arasından sıyrılmasına sebep olur. Temsillerde anlatılan ana fikir özetle ‘ geçmişte biz böyle hatalar yaptık ve bunlardan ders çıkardık’ mesajıdır ve gelecek nesiller için yaşananları kayıt altına almaktır. Bunu uygarlığın göstergesi olarak tüm dünyaya anlatmak istemişlerdir. Geçmiş ritüellerde aktif katılımcı olarak gördüğümüz insanlar, gösterilerin oluşmasıyla oyuncu-seyirci konumuna gelmiştir. Ritüeller sırasında yaşanan gerçek duygular yerini, deneyimlerin taklit edildiği kurmaca duygulara bırakmıştır. Din ve sanat, ritüel ve dram, Dionysosçuluğu temsil eden duygular gibi iç içe geçmiştir. Ritüelde hissedilen topluluk ruhu, duygu durumları, gerçeklikten kavramsallığa doğru, yani düşünme biçimi olarak dönüşüme uğramıştır.
Antik Yunan tiyatrosundaki maskenin görüntüsü kadar ses de bir bütünün parçasını oluşturuyordu. Tiyatronun gerçekleştiği mekanlar şimdiki futbol sahası büyüklüğünde genişliğe sahipti. Maskeler bu büyük alanlarda herkesin oyuncuyu görebilmesi için büyük ebatlarda ve oyuncunun sesinin arka sıralardan duyulması için ağız kısmı megafon mantığında yapılıyordu. Aynı zamanda sesin rengini etkilediği için karakterin sesiyle oynama imkanı sağlıyordu.
Gladyatör-2000
Konumuza, maskeye ilk defa diğer toplumlardan daha farklı anlamların yüklendiği Antik Yunanistan ile devam edelim. Antik Yunan toplumunda yaklaşık M.Ö. 6.yüzyıl öncesinde maske, insanların yaşadıkları doğaüstü olayları, mitleri, ataları, savaşları anlattıkları törenlerde kullanılan bir araç olarak kullanılmıştır. İlk örneklerini Dionysos ritüellerinde gördüğümüz maske, zamanla yüklenen anlamlarla başka amaçlara hizmet etmiştir. Gösterisel unsur taşıyan bu anlatımlar, kendine seyirci bularak eğlendiren, heyecanlandıran, öğreten oyunumsu/tiyatromsu bir hale bürünmüştür. Bu gelişmeler tiyatro ve sinema kültürünün ilk örneklerini verir. Maskeye yüklenen anlamları incelemeden önce Dionysos’u tanımamızın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü oyuncu- maske ilişkisinin atası olduğu için kendisini tanımamız önemli.
Olmak ya da Olmamak!
Bu anlamda maske takıldığı andan itibaren oyuncunun kendi karakterini maskelediği gibi, sesi de maskeleyen bir obje olarak karşımıza çıkar ve anlatıcının kendi sesine de yabancılaşmasına neden olur. Maskeyi takan oyuncu gündelik hayattaki başlıca iletişim aracı olan yüzünü ve sesini bir süreliğine devre dışı bırakır ve bedenini kullanmak durumunda kalır. Karakterin tüm bedensel ve vokal bütünlüğü, maskenin ifadesizlikten ifadeye dönüşmesi, oyuncu ve seyircinin tüm duyarlılıklarına etki eder. Yani aralarında tamamlayıcı bir ilişki vardır.
Maskenin etkilerinden bahsediyorsak öncelikle oyunculuğu ve kullanılan maskeyle birlikte bize neyi ifade ettiğini, hangi duygularımıza karşılık geldiğini anlamalıyız.
Baktığımızda aslında oyuncu-seyirci arasındaki etkileşim ilkel çağlardaki ritüele benzer. Ritüellerde insanlar nasıl bir hikayenin etrafında toplanıp kendi bedeninden uzaklaştıysa, günümüz versiyonunda ise insanlar aynı anda düşünsel olarak bir anlığına kendinden uzaklaşır. Sinema, tiyatro, edebiyat gibi kurmaca/ distopya/ temsil hikayeler üzerinden hayatımıza başka bir açıdan bakmaya imkan sağlar. İyi ya da kötü ne yaşıyorsak bunlardan uzaklaşır, başı, ortası ve sonu belli bir hayat izleyerek deneyim kazanırız. Hayatımıza farklı hayatlar ekleriz. İzlediğimiz karakterin tüm duygularını toplu bir şekilde paylaşırız. Aramızdaki farklılıklar silinir ve bütün olma halini yaşarız.
Tiyatroyu doğuran fiziksel ve kavramsal güçlerle birlikte, oyuncunun karaktere kattığı yorum, bizi bir hikayenin etrafında toplamaya iten gücü arttırır. Oyuncunun bilinçli bir şekilde kullandığı vücut dili, konuşma tarzı, mimikleri, sesi ve metni yorumlama biçimi, onu iyi bir hikaye anlatıcısı yapar. Sanatsal olarak baktığımızda oyuncunun amacı da budur. Nasıl daha iyi hikaye anlatılabilir kaygısıdır. Oyuncunun inandırıcı ve samimi bir karakter yaratması, bazen de o karakteri sanki gerçekte var olan birisi gibi kabul etmemize olanak sağlar. Ortaya konulan karakterler o kadar etkili olur ki gerçek hayatta da bir karşılık bulur.
Oyuncunun maske kullanması ise bahsettiğimiz bu duygulardaki etkiyi iki katına çıkarır ve daha görünür bir hal alır. Baktığımızda genellikle maskeli performansların maskesiz performanslardan daha etkili ve daha canlı olduğunu görebiliriz. Bir anlamda maske, kendi içinde bir paradoks yaratır. Bazen maskeler bu canlı ve etkileyici yönünü, insanın anatomik özelliği olan ve anlık değişimleri yansıtan mimiksel özellikleri taşımamasından alır. Tasarımlarından kaynaklı, durağanlık dışında her türlü yüz ifadesini gizler. Kararlı ve sabit görüntüsüyle hiçbir şeyin üzerinde değişim yaratmayacağı algısı yaratır. Görüntüdeki netlik ve aynı zamanda arkasında yatan belirsizlik, seyirci üzerinde beklenti, merak ve gerilimi arttırır. Bazen de var olma fikri üzerine, maske ve hakikat, maske ve birey, maske ve yüz ilişkilerini farklı yaklaşımlarla sorunsallaştırdığına şahit oluruz. Bu anlamda maskenin yarattığı algı sadece görsel değil, aynı zamanda tüm duyularımızla içselleştirdiğimiz bir süreci beraberinde getirir. Görüntü olarak karşımızda ama altında çok katmanlı bir dünya vardır. Her yöne çekebileceğimiz, farklı disiplinler ve farklı okumalara olanak sağlayan bir güce sahiptir.
Popüler inanışa göre, 16.yüzyıla kadar maskeli etkinliklerin sayısı çok fazla değildi. Rönesans’ın doğuşu ve İtalya’nın her alanda yakaladığı ihtişamla birlikte maske, yeni anlamlarla ortaya çıkmaya başlamıştı. İnsanlar etkinliklerde taktıkları maskelerin gizlilik unsurundan dolayı, onu başka amaçlarla kullanabileceklerini fark etmiş ve artık sadece eğlence hayatına değil, entrika ve tehlikeye de eşlik eden bir aksesuar olarak görmüşlerdi.
Maskenin İzdüşümü
Ritüellerin bir uzantısı olarak var oluşuna devam eden maske, tiyatrodaki ve savaşlardaki etkisinin yanında, Ortaçağ’dan itibaren Avrupa ülkelerinde; saray eğlenceleri, balolar, karnaval ve festivallerde eğlence hayatının da bir parçası haline gelmişti. Kullanılan maskeler insanın olmak istediği, yapmak istediği ne varsa özgür bir alan yaratıyordu. Bir kadının erkek gibi ya da tam tersi davranabilmesini, fakir birinin bir soylu gibi görünmesini sağlayabiliyordu. Eşcinselliğin ölümle cezalandırıldığı bu dönemlerde maske sayesinde cinsel kimliğinizi gizleyebiliyordunuz. Tanınmamanın verdiği rahatlıkla gizemli eğlencelerde özgürlüğün ve özel anların tadını çıkarabilirdiniz.
Aristokrasiden insanların bulunduğu Venedik kentinde popülaritesini arttıran maske, zengin kesimin skandallarını ve entrikalarını gizlemek için kamuflaj görevi görürdü. Özellikle devlet görevlileri ve casuslar için birebir bir yöntemdi. Şehirde yapılan anlaşmaların, özel hayatın, görüşlerin bilinmemesini istemek en doğal hakkınızdı, maske de bunu sağlamak için bir araç görevi görüyordu. Rahipler ve din adamları bile maskenin ardına saklanıp aşırılıklarda bulunabiliyordu.
Fakat Avrupa ülkelerinde günlük hayatta kullanılmasıyla, toplumsal ve ahlaki değerleri bozduğu düşünüldüğü için, dönemin otoriteleri tarafından yasaklanır. Sonrasında sadece büyük paraların harcandığı, zengin içerikte menü, dans ve müziğin olduğu büyük partilerde kullanılmaya devam eder. Kimsenin birbirini tanıyamadığı/ tanımadığı bu gizemli ve eğlenceli partiler her kesimden insanın bir araya gelebildiği bir karnaval sezonuna dönüşür.
*Yapılan çeşitli psikolojik araştırmalara göre maskeli etkinliklerin insanlara bu kadar cazip gelmesinin altında yatan sebep; ‘ikiyüzlü’ olma (hypocrisy) durumun insanlar üzerinde yarattığı merak duygusu. Psikologlar bunun altında yatan sebebin ise, insanın ilkel benliğini tetiklemesi ve adrenalin salgılaması olarak açıklıyor. Gerçek hayatta görüntü olarak arasına mesafe koyan maskeler, bir etkinlikte kullanıldığında merak ve heyecanı tetikleyen bir unsura dönüşüyor.
Peki maske kelimesi bize neleri çağrıştırır? Farklı bir açıdan bakacak olursak, maskeyi düşündüğümüzde kafamızda olumsuz çağrışımlar belirir. Aldatma, kandırma, gizleme, arkasından iş çevirme gibi durumları aklımıza getirir. Belki de maske eski dönemlerde gerçek anlamda aldatmacanın bir parçası olduğu için, bundan kaynaklı ‘maskesini düşürmek’, ‘maskenin ardına gizlenmek’ gibi olumsuz deyimler ortaya çıkmış olabilir.
Aynı olumsuz çağrışımlar eski dönemlerde, rol yapan oyuncular için de söylenmiştir. Oyuncunun herhangi bir rolü canlandırması; yalan söyleme, izleyeni yanıltma olarak anılmıştır. Antik Yunan döneminden itibaren, yarattığı etkilerden dolayı her alanda görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Bu görüşler doğrultusunda oyuncunun sahneye çıkışının ne türden bir eylem olduğu üzerine çeşitli düşünceler ortaya atılmış, tartışma konusu olmuştur. Aslında bu tartışmaların hiçbir zaman net bir cevabı yoktur. Çünkü oyuncu, doğal olarak işlediği insan olgusuyla birlikte, içerik ve biçim bakımından sürekli değişim halindedir. Bu doğrultuda çok anlamlılığı içinde barındırır. Ve bu yarattığı anlamlarla bazen eğlendirir, bazen korkutur, bazen de rahatsız eder.
Oyuncunun maske takması ve maskenin yarattığı çok anlamlılık anlatılan hikayenin, daha dikkat çekici bir hal almasını sağlar. Kendisini takan karakterin önüne geçer ve içselleştirdiğimiz yönleriyle daha görünür hale gelir. Bazen hiçbir insan yüzü ve mimiğinin anlatamadığı ürkütücülüğü ve bilinmezliği, bazen de eğlenceli ve güçlü ifadesiyle oyuncunun yüzünü gizler, kimliğini iptal eder. Ve maskenin kendisi bir karaktere dönüşür.
Genellikle süper kahramanlar ve anti-kahramanlar, kötü ve kişilik olarak kaybolmuş karakterler maskenin en sık kullanıldığı figürler olmuştur. Farklı alanlardan eleştirmenler tarafından; siyasi, salt kötülük ve şiddet, belki abartılmış belki de sevgisizliğin karşılık bulduğu filmler olarak değerlendirilmiştir. Batman, Dart Vader, Hannibal Lecter, Deadpool… bu ve buna benzer maskeli karakterler, karakterin kimliğini izleyiciye, oyuncunun kendi yüzünden daha kısa ve net bir biçimde anlatır. Bu özellikler doğrultusunda en klasik ve en etkili filmler üzerinden örneklerle devam edebiliriz.
Şüphe yok ki sinemaseverler açısından, en çok etkiyi yaratan ve ilk akla gelenlerden biri Guy Fawkes maskesi olmuştur. Guy Fawkes 5 Kasım 1605’te İngiltere Parlamento Binası için planlanan, ‘Barut Komplosu’ olarak bilinen olayda yer alan bir askerdir. Mevcut devlet düzeninin kökten değişmesi gerektiğine inanan on iki komplocudan biridir. Tarihin içinden gelen bu hikaye ile ilk olarak 1982 yılında çizgi roman, 2005 yılında ise sinemada tanıştık. Hikaye gelecekte distopik bir Londra şehrinde geçiyor. Birçok yasak ve insanları kontrol eden bir düzen mevcuttur. Fakat çoğu insan bu düzenden memnun değildir. Özellikle de siyah kıyafetleri ve Guy Fawkes maskesiyle V. Üstelik bu maskeyi takmakla yetinmeyen karakterimiz, Guy Fawkes’ un yarım kalan işini tamamlama niyetindedir.
Anarşik anti-kahramanımız ilerleyen film boyunca sakladığı yüzün ardında yatan geçmişi ve kişiliği hakkında bilgi verdikçe, neden böyle bir eyleme kalkıştığını anlamaya başlarız. Maskenin tiyatronun dışında politik eylemlerin bir parçası olabileceğine, estetikle iç içe geçebileceğine şahit oluruz. Filmde de mevcut sisteme karşı olan karakterimiz V’ yi, estetik direnişin bir parçası olarak izleriz. İzlerken de maskeyi unutuveririz, sanki o maske yüzünde yok gibi algılarız.
Kelebek Etkisi
Diğer serileri dışında ilk defa onu daha yakından tanıdığımız, iletişime geçtiğimiz Joker karakteriyle Arthur ya da Arthur karakteriyle Joker. Kendi kişiliğini/ personasını oluşturamamış Arthur, ona annesi tarafından verilmiş olan ‘happy’ personasıyla toplum içinde kendine yer bulmaya çalışır. Yani aslında kendi seçimi değil, zorla takılmış bir maskedir. Filmdeki bazı sahnelerde eğlendiren, çocuksu yanını bazılarında ürküten, şiddet içerikli eylemlerini görürüz. Ve bu iki zıt yönünü dengeleyemeyen, bilinmek, duyulmak ve görülmek isteyen Arthur’da bazen kendimizden bir parça buluruz. İster istemez bu duygu durumları, kendi içimizde bizi çeşitli sorgulamalara iter. Ve Joker’e dönüşürken kendisini dışlayan halkın, onunla empati kurduğuna şahit oluruz.
Filmin vizyona girdikten sonra bu kadar konuşulması boşuna değil. ‘Joker Psikolojisi - Şeytani Palyaçolar ve Onlara Aşık Olan Kadınlar’ adlı kitabın yazarı psikolog Travis Langley,"Bunun kışkırtıcı yanını anlayabiliyoruz. Bir yanımız, eğer hiçbir sınır, engel olmasaydı neler yapabileceğimizin fantezisini kuruyor" diyor.
V For Vendetta-2005
Joker-2019
* Saydığımız ilk iki karakter bildiğiniz üzere çeşitli eylemlerde, bir fikir üzerinden gittiği ve sosyolojik altyapısı olduğundan gerçek hayatta da karşılığını bulan karakterlere dönüşmüş, ilk akla gelen ve kullanılan maskeler olmuştur. Eylemlerde bu tarz maskelerin kullanılması, birçok farklı karakterde, yapıda ve cinsiyette insanın bu maskeleri takması ve kimden ne geleceğinin bilinmemesi bazı devletleri tedirgin etmiştir. Şiddet tehlikesi içerdiği için de birçok Batı ülkesinde maskenin hukuki yaptırımı vardır.
Gelelim en eğlenceli vakamıza. Sanırım en çok eğlenerek izlediğimiz maskeli filmlerin başında Jim Carrey’nin Stanley Ipkiss olarak karşımıza çıktığı Maske filmi gelir. Dır dır eden bir ev sahibine ve çekilmez bir patrona sahiptir. Bunun üzerine kimse tarafından pek dikkate alınmaz, adeta görünmezlik pelerini giymiş gibidir. Stanley’ nin her şeyden yorulduğu bir zamanda karşısına çıkan maske, aslında onun tüm sıkıldığı durumları can sıkıcı halinden çıkararak, durumlarla baş etmesini kolaylaştırır.
The Mask-1994
İncelediğimiz karakterlerin yüzünü gizlemesi belki de kişinin o güne kadar bastırdığı, içindeki korkulardan dolayı söyleyemediği şeyleri dile getirmesine aracı olur. Bir süreliğine kendisini maskenin içinde özgür bırakarak yaşayamadığı davranışları körüklemesine ve bunlardan haz almasına olanak sağlar.
Stil Sahibi Maskeler
Tasarımcılar, maskenin kendilerinde ve insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi, güçlü ve estetik bir anlatımla tasarımlarında tamamlayıcı bir parça olarak kullanır. Tasarımcının duygu ve düşüncelerini, olgu ve olayları kendi yöntemiyle özgün bir biçimde dile getirmesini sağlar. Farklı bir bakış açısıyla zenginleşen, biçimlenen bir unsura dönüşür, koleksiyonu destekleyen teatral bir atmosfer yakalamalarına yardımcı olur. Ve birçok tasarımcı tarafından ele alınarak bambaşka bir dille karşımıza çıkar.
Moda dünyasının hikaye anlatıcıları olan tasarımcılara baktığımızda, koleksiyonlarının mesajını daha da netleştiren, farklı materyallerin kullanıldığı maskeler görmek mümkün. Bazen yüzü tamamen kaplayan, bazen bir bez parçasıyla kapanan, bazen de sadece saç ve makyaj unsurlarıyla hikayenin tamamlayıcısı olduklarını görebiliriz. Burada da görsel sanatlarda olduğu gibi yine seyirci faktörü vardır. Tasarımı yapan kişi ( hikaye anlatıcı) ve tasarımların ( hikaye) seyirciye sunumu söz konusudur. Anlatılan hikaye detaylı bir şekilde işlenir ve her düşünülen detayın bir karşılığı vardır.
Konu için en iyi örneklerden biriyle başlamak gerekirse bu kesinlikle hayalet tasarımcı olarak bilinen Maison Margiela olur. Bugüne kadar çekilmiş bir fotoğraf karesi, bir röportajı ya da defilelerin sonunda podyum selamı verdiği görülmemiştir. İnternette dolaşan fotoğraflar vardır ama kimse Margiela olduğundan emin değildir. Haliyle bu durum onu daha da merak uyandıran bir tasarımcı haline getiriyor.
Herhangi bir moda akımına bağlı kalmayan, tasarımlarına daha çok yapıbozumcu bir anlayışla yaklaşan özellikleriyle tanınır. Kullandığı alışılmadık malzemelerle radikal diyebileceğimiz tasarımlara imza atar. Bu sebeplerden ötürü tasarımları esprili, seksi ya da garip olarak tanımlanır. Moda sahnesinde ise Margiela’ya göre tek odak noktası tasarımları ve onlara kazandırdığı anlamlar olmalı. Bu yüzden modellerin yüzlerini kapatan saç modelleri veya kumaştan yapılan maskelerle tasarımlarının öne çıkmasını sağlar.
Maison Margiela
sonbahar/ kış 1995
ilkbahar/ yaz 2012
sonbahar/ kış 2013
Sıradaki örneğimiz ise Alexander McQueen… Moda dünyası için gotik, beklenmedik ve şaşırtan koleksiyonlarıyla, hikayesini anlatmayı iyi bilen biri olarak akıllarda yer etmiştir. Korkusuz ve aykırı duruşunun, bazen işlemeli, bazen zırh gibi saran maskeler ile tasarımlarına dahil olduğunu görebiliriz. Tasarımlarında olduğu gibi, maskelerde de ağır, dramatik ve melankolik bir hava vardır. Sahne şovlarında hikayesini teatral bir üslupla seyirciyle buluşturan McQueen, detaylı bir şekilde düşünülmüş maskelerinin, oluşturduğu koleksiyonlara güç verdiğini görebilirsiniz.
Alexander McQueen
ilkbahar/ yaz 2012
sonbahar/ kış 2009
sonbahar/ kış 2013
‘Antwerp Altılısı’ nın ( Belçika’daki Royal Academie of Art’ın moda bölümünden mezun olduktan sonra moda dünyasında adlarını duyurmuş tasarımcılar) bir üyesi olan Walter Van Beirendonck, erkek modasında sınırları zorlayan bir tasarımcı olarak bilinir. İlham kaynağını- kullandığı maskelerden de anlayabileceğimiz gibi-, güçlü grafiksel unsurlar ve etnik kültürlerden aldığını söyleyebiliriz. Genellikle erkek koleksiyonlarında alışılmışın dışında kullandığı renk kombinasyonları, bazen sosyo-politik mesajlar içeren kendine has tarzıyla adından söz ettirir. Kabile ve ritüelleri koleksiyonlarında önemli bir unsur olarak kullanan tasarımcı, kullandığı maskelerle bunu bize farklı şekillerde göstermeyi başarır.
Walter Van Beirendonck
ilkbahar/ yaz 2019
sonbahar/ kış 2017
sonbahar/ kış 2012
Stilimden Ödün Vermem Diyenler ve Yeni Eküriler
Moda sahnelerinde bir anlatının parçası olan maskeleri şimdi hayatımızın içinde sağlık amacıyla kullanmak zorundayız -en azından bir süre daha-. Eskiden kullanmaya alışık olmadığımız, görünce garipsediğimiz bu maskeler, şimdi hayatımızın bir parçası oldu. Artık bu medikal maskeler içimizi sıksa dahi yanımıza almadığımız zaman rahat edemiyoruz. Evimizden çıkarken anahtar, cüzdan gibi, maskelerimizi de yanımızda taşıyoruz. Bizim için geçici bir süre aksesuara dönüştüğünden dolayı bu içimizi sıkan maskeler bile modadan nasibini aldı. Nasıl kıyafetimize, taktığımız aksesuarlara özen gösteriyorsak, aynı özeni maskelerimize de göstermeye başladık. Ve bu küçük bez parçasına kendimizden bir şeyler katarak hem stilimizin bir parçası haline getirmeye hem de modumuzu yükseltmeye çalışıyoruz. Her gelir düzeyi için çeşitli üretim yapan markaların maskelerine ulaşamadığımız durumlarda artık evde kendimiz bile maske dikebiliyoruz. En kötü, desenli şalları takıveriyoruz.
Maske takmak zorunda olmak bizi yorsa bile bu zorunluluk durumuna karşı herkesin farklı tavırlar geliştirdiğini görmek mümkün. Mimiksel anlamda bizi engellemesi ve yarattığı tanınmama hissi birçoğumuzun hoşuna gitmiyor tabi ki. Özellikle tanıdık bir yüz görebilmek oldukça zorlaşıyor. Selam vermek bile bir problem haline geliyor. Acaba tanıdık mı değil mi diye sürekli tereddüt içinde kalıyoruz. Ama bir yanımız ya da kimi insanlar, bundan oldukça memnun. Özellikle kendiyle baş başa kalmayı, tanınmamayı tercih eden, sesli düşünmeyi ve kendisiyle konuşmayı seven insanlar için sevindirici bile. Bazen de kişinin yüzünde beğenmediği yerleri gizlediği ya da makyaj yapmaya bile gerek duymadığı zamanlarda kurtarıcı bir parçaya dönüşüveriyor. Bu açıdan baktığımızda sosyal personalarımızı etkileyen, çekici bir yanı olduğunu söyleyebiliriz.
Bıraktığım link de ekşi sözlükte, maskenin iyi-kötü örnekleriyle insanlardaki karşılığı. Belki sizler için de maskenin farklı yönlerini görebileceğiniz ufak bir örnek olur.